Wednesday, May 23, 2012

Fransız kadınlar neden yalnız uyumaz?

Bir önceki yazımda bir şehire tutulmanın olabileceğini yazmıştım...Düşününce olayın kültürel yaşamlarını mimarilerine yansıtabilmeleri, insanların tarzı, duruşları, sohbeti ve dillerinin ahenkli gelişinden kaynaklandığını da diyebilirim....Zaten Fransızca öğrenme isteğim de böyle başladı...
Okuduğum kitapların çoğunun orjinal dili olması ve edebiyat dili olarak da kabul edilmesi ve bir kültürü en iyi diliyle anlayacağımızı düşünerek biran önce ilerletmek istediğimden, Fransız filmleri, Fransız kültürü içerikli kitapları okumaya özen gösteriyorum.
Böyle kitapları araştırırken ...birçok konuda merak uyandıran ve bunlara açıklık getirmiş olan bir kitap keşfettim ; Fransız kadınlar neden yalnız uyumaz ? :) ismi içeriği yanında sanki biraz hafif gibi ama dikkat çekici...

Kitabın yazarının anneannesi ve annesi Fransız, onların duruşları kendilerine bakımı yazarın çocukluğunda dikkatini çeken zerafetlerinin nerden kaynaklandığını merak etmeye karar vermesiyle çalışmalarına başlıyor ve Fransız arkadaşları ile konuşarak, Fransa ziyaretleri ve gözlemlerini bizlerle paylaşıyor. Popüler kültür ve Fransız kültüründeki farklılıkları çok güzel aktarıyor. Arada güzel tarifler de veriyor. Kitap çok akıcı ve okudukça yazarın gözlemlerine ve saptamalarına hak veriyor insan... Kitapta genel anlattıklarını  18 maddede özetleyerek kitabını sonlandırırken, bakımlı özgüven sahibi olmak için illa da Fransız kadını olmanın gerekmediği, isteyen her bayanın koalylıkla uygulayabileceği trikleri bizlerle paylaşıyor;
1- Randevulara Çıkmayı Kesin
2- Parti verin
3- Yürüyün
4- İnternetten Çıkıp hayata girin
5- İş yerinde arkadaşlıklar kurun
6- Doğal olun
7- Eski sevgilinize Merhaba deyin
8- Bir arkadaş grubu oluşturun
 9- Zeki olun
10-Kaliteli porselenlerinizi saklamayın
11- İç çamaşırı
12- Yemek yapmaya başlayın
13-Cildinizi sevin
14-Gizli bahçenizi ihma etmeyin
15- Az özdür
16-Erkeğinizin yanında durun
17-Yaşasın farklılık
18- Huysuz olma hakkınız var!

Bu maddeleri boyle alt alta okuduğumuzda ezbere verilmiş şeyler gibi gelebilir ve cefakar yapımızla bağdaşmayabilir başta kadınlar olmak üzere tüm toplumun biraz kendisini sevmeye, mutlu hissettmeye ve özgüven sahibi olmaya hakkı var diye düşünüyorum. Okuduğunuzda  bana hak vereceksiniz.

Tuesday, May 22, 2012

Paris çarpar adamı benden söylemesi...

Fransa ve Paris ...insan bir ülkeye aşık olur mu? demeyin...oluyormuş...Şu an orda olmayı çok isterdim...bu lafları çevremden hep duymuştum ve bu da bende sempati yerine negatif önyargı oluşturmuştu. Bir ülke bir şehir veya Eiffel Kulesi..herhalde eşleriyle/ sevgilileri ile gittikleri için böyle geliyordur diyordum...
Neyse efendim, böyle böyle derken...Bir tatilimi Belçika da geçirirken bu kadar yaklaşmışken Fransa'ya da uğrayayım dedim ve gideceğim yerleri inceleyip hangi cafelerde otururum derken...Rotam Paris'e geldi...birkaç gece kaldım. Paris denince akla gelen yerleri gezdim. Dedikleri gibi var mı acaba diyerek ayrı bir gözlemledim insanları, mekanları.... kahvemi yudumlarken de yürüyenleri, konuşanları, çocuklarını parka götüren babalarını-annelerini giyim tarzlarına duruşlarına yüz ifadelerine...sanatçılar nerelerde kalır, ünlüler mezarlığı,ekmekleri, kruvasanları manzarası....derken yurda döndüm "ee nasıl buldun?" diyenlere, "yani aslında cok mesafeli ve soguk geldi, oyle gidip ruhum dinlendi bir daha giderim diyemiycem" dedim...sonra aradan bir kaç ay geçti... Havalar değişti birden ne olduysa boyle kafamda parçalar birleşti ve gözümde tek bir görüntü Eiffel kulesi izlerken içtiğim kahve ve zamanın akışının önemsizleştiği bir an ...Ve birden bir şimşek gibi çaktı...Sanki Paris bunu en başından biliyor da hani sen de büyüme kapılma gri gökyüzüm, mesafeli duruşum bundandır demişti ve beni kandırarak yollamıştı. Bense başta tuzağına düşmüş sonrasında anlamıştım beni de çarpmıştı...kesinlikle orda olmak istiyordum ..ama bu sefer tek gitmek değildi niyetim...


Aşagıda metro beklerken reklam afişlerinden çektiğim bir fotograf (tek gezerken)


Sunday, May 20, 2012

La moustache

Fransızca'yı öğrenmeye merak sardığımdan beri değişik programlar belgeseller izlerken La Moustache (Bıyık)  filmine denk geldim. 2005 yapımı filmde karı-koca bir evde başlıyor.


Erkek banyo yaparken uzun zamandır olan bıyıklarını kesip kesmeme fikrini eşine danışıyor, karısı çok aldırış etmiyor. Erkek jilet darbesiyle bıyığını kesiyor ve rutün günlerini yaşarken kimse bunu farketmiyor ne eşi ne iş arkadaşları...bu işte bir gariplik var diyip eşine nasıl farketmediğini soruyor o da sen de bir değişiklik yok diyor...bundan sonrası aslında basit bir konu gibi gözüksede gerilimi gerçekten izleyiciye hissettiriyor..bir yerde herkesin kendisine kötü bir şaka yaptıklarına inanıyor ve izleyici de inandırıyor ...Devamını anlatmayayım izleyin.

Sanat Terapisiyle İyileşmek

Sürekli duyarız bu cümleleri "İçimizdeki çocuğu hep canlı tutalım, yaşam enerjimiz içimizdeki çocuğa bağlı...İçindeki çocuğu kaybetme..." be nde ne zaman duysam "içimdeki çocuk mu? bu deyim nerden çıktı?" diye düşünürdüm ne zaman bahsi geçse...

Bir de beynin "sağ lobunu çalıştırın"...bu nasıl olacak ki? şimdi durum nasıl okullarda bilmiyorum ama önceden sayısal bölümde okuyanların sözel bölümlerde okuyanlara göre daha zeki olduğuna kanaat getirildiği bir bakış açısı vardı ..analitik bilgilerle yoğrulunca da nasıl oalcak bu iş dedim ve yavaş yavaş duygusal zeka, kişisel gelişim kitaplarıyla birşeyleri farketmeye çalışırken bu arayışlarıma cevap vereceğine inandığım "Sanat Terapisiyle İyileşmek" kitabını okumaya başladım.

Kitabın yazarı büyüklerle yaptığı atölye çalışmalırını okuyucularla paylaşarak transaksiyonel* analiz ile iç dengenin sağlanmasını geçmişle yüzleşerek, şimdiye sağlam bir içsellikle gelip geleceğe sağlıklı bireyler olarak adım atabileceğimizi anlatıyor. Kitabı okudukça yaptığım uygulamaları da aşağıda görebilirseniz (içimizdeki çocukla iletişimi sol el -aktif olarak kullanmadığımız el hangisiyse- ile kendimiz ona soru yönelttiğimiz de sağ el ile soruyoruz ve her iki lobu da aktif olarak kullanabiliyoruz) kitabın içinde de benzer çizimler bulunmakta neyse ki :)




*Transaksiyonel analiz, insanda üç farklı ego halinin bulunduğunu ifade eder. Bunlar, çocuk egosu, yetişkin egosu ve ebeveyn egosudur. İnsanın mutlu olabilmesi bu ego durumlarının kontrol edebilmesi ile gerçekleşeceğini iddia eden analiz yönteminde bu şekilde iç ahengi sağlayarak doğru kararlar veren mutlu bir birey olunabileceğini savunmaktadır.


Kitabı inceledikten sonra genel olarak tüm kitaplarda dikkat ettiğim birşeye değinmek istiyorum, kitabın orjinal basım yılı ve Türkiye'ye geliş yılı...Bu kitabın orjinali 90'lı yıllarda çıkarken bize  gelmesi ise 2012, biraz üzücü...

Friday, May 18, 2012

Anlam Arayışı




Bu aralar çok kitap yüklemesi yaptım kendime ve ufak bir not defterini de aldığım notlarla bitirdim.(Bazılarının incelemelerini ilerde paylaşacağım.)
Kişisel gelişim kitaplarını seviyorum, hoop elinden tutuyor ve sanki bir atlıkarıncaya biniyorsunuz verdiği fikirlerle insana ilham oluyor sonra dur bakalım şimdi içine dönme zamanı kesişler başlasın…
Ama gel gelelim sen bu bakış açısındayken hayatta kimseler daha o yolların olduğunu dahi bilmemektedir ve  bazı konuları, olayları aştığını düşünürken diğer insanların daha kendilerine, kendilerini ispatlamaları gerekiyordur ki iç barışı sağlasınlar.



Kimseye yardımcı olamaz; ancak kendimize bir yol çizebiliriz.
Mevcut hayat çok mu sıkıcı hep aynı mı günler sadece takvimden giden günlerse...artık birşeyler yapmak gerekli...Bu demek değil ki başımıza iş açalım... kendimce aldığım ve yapılması gerektiğine inandığım bazı şeyler var size uyar/uymaz yazarsanız üzerinde konuşuruz.
1-) Güler yüzlü olmak, gözlerinin içiyle gülmek
2-) Attığın bir adım aldığın bir kararda dönmek istersen ve bu şans da sana verilirse sakın dönme... Döndüğün gene kaçtığın olacaktır.
3-) Nasıl ki en basit bir espri kişiye göre farklı algılanıyor... Hayat da farklı algılayışlardan oluşmaktadır. Hayat seni yoruyorsa farklı bir algılayış yakalamaya bak belki çok karışık gördüğün aslında düşünemediğin kadar basittir.
4-) Üzerinde farklı roller vardır anne- baba- evlat- arkadaş- eş... Hepsinin hakkını vermeye çalış.



Ve aşağıda doğanın insana verdiği en güzel cevaplardan çiçeklerle sizleri başbaşa bırakıyorum... 


Cuma modum, genel modum :)



Pazartesi sendromu ile başlayan cuma neşesiyle geçen klasik hafta içinde  biyoritm sonuçları gibi gelgitler yaşıyorum; moral bir bakıyorsun -%30 bir bakıyorsun %88….Bu değişkenliklerin arasında  sık sık kendimi sorgularken buluyorum…Ölçütler birimler kim koymuş kıstas nedir diye…sonra, düşünme böyle senden bir tane geldi, zamanını nasıl değerlendireceğin de senin elinde diyorum…Dünyada o kadar güzel şey var ki onları fark et, bul. Heyecanını hiç yitirme…Kendine çıkardığın dersleri unutma…
Böyle böyle düşünürken bir şeyler olduiçimde bir heyecan var ve sanki  bir kelebek benim için kanat çırptı J




Thursday, May 17, 2012

Murathan Mungan-Aşkın Cep Defteri

Defterler biter ama konusu aşksa ve yüreğini açan biri varsa... Murathan Mungan... En sevdiğim yazarlardan...kitaplarını okudukça hayranlığım daha da artıyor... Şairin Romanı kitabını okurken yeni kitabının çıktığını duyunca onu da aldım ve sonra Şairin Kitabı'nı sindire sindire okumak istediğimden Aşkın Cep Defterini öne aldım.
Kitabında yüreğini sayfalara dökmüş, açmaktan çekinmemiş bir samimiyet, gözlemleri, tanımlamaları ve en önemlisi kesin yargılardan uzak, aşkı aramaktan/bulmaktan vazgeçmememizin altını çizen, geldiğinde zaten farkedileceğinin kopyasını veren bir kitap ya da Murathan Mungan'ın bizimle paylaştığı defteri diyebiliriz...

Wednesday, May 16, 2012

Van Gogh'un Notlarından

Bir etkinliğin ardından ordan aldığım notları buraya yazmak istedim;

Aşağıda Van Gogh'un günlüklerinden alınmış sergiye yansıtılan sözlerinden bir kısmı var sevdiklerimi vurguladım...Eminim herkes kendinden birşeyler bulacaktır. (böyle bir kitap var mıdır acaba?)

"Bu aralar kendimle çok meşgul olduğum için kendi portremi yazarak yapmayı denemek istiyorum
Sözcüklerin hiçbir şey ifade etmediğini düşünen birçok kişi, özellikle birçok yoldaşımız var. Tam tersine, bir şeyi söylemek en az resmetmek kadar zor ve ilginç değil mi?
Şiir her yerde bizi sarıyor, fakat onu kağıda dökmek ona bakmak kadar kolay değil
Daha dağılmış, hasta ve parçalanmış hale geldikçe daha iyi bir sanatçı oluyorum.
İnsan her zaman bizi neyin engellediğini, kısıtladığını, neredeyse gömdüğünü söyleyemez; ama engelleri, kapıları ve duvarları hisseder.
Her şeye rağmen yeniden ayağa kalkacağım; cesaretsizliğimden dolayı bıraktığım kalemimi alacağım ve çizmeye devam edeceğim.
Kendime soruyorum, neden gökyüzündeki parlak noktalar Fransa haritası üzerindeki siyah noktalar kadar ulaşılabilir değil?
Sadece düştüğümde yeniden ayağa kalkarım.
Yıldızları ve göklerdeki sonsuzluğu fark edin. O zaman hayat neredeyse büyülü görünüyor.
Resimlerimin satmadığı gerçeğini değiştiremem. Ama insanların resimlerimin, üzerinde kullanılan boyanın ederinden daha değerli olduğunu anlayacağı günler gelecek.
Sıkıntıdan öleceğime tutkudan ölmeyi tercih ederim.
Bir sanatçının yaşamında ölüm muhtemelen en zor şey değildir.
Sevgisiz yaşamayacağım.
Bir gün ölüm bizi başka bir yıldıza götürecek
Aşk ölümsüzdür; sureti değişebilir ama özü değişmez.
Başlangıç muhtemelen her şeyden daha zordur, ama dayanın, her şey sonunda iyi olacak.
Keşke beni olduğum gibi kabul etseler.
Resimde renk, hayatta heyecan gibidir.
30 yıldır bu dünyanın üzerinde yürüyorum ve bir şükran ifadesi olarak bir anı bırakmak istiyorum.
Her zaman henüz yapamadığım bir şeyi yapıyorum, nasıl yapıldığını öğrenmek için.
Sanatımla insanlara dokunmak istiyorum. “Derin ve şefkatli hisler besliyor” demelerini istiyorum.
İçimde büyük bir ateş yanıyor, fakat kimse ateşin başında ısınmak için gelmiyor ve yanından geçenler sadece dumanı görüyor.
Sadece tek bir Paris var ve orada yaşamak ne kadar kötü ve zor olursa olsun, daha kötü ve zor olsa bile Fransız havası insanın aklını temizliyor ve iyi geliyor, çok iyi geliyor.
Sanat sürekli gözlem gerektirir. Sizi olgunlaştıran ve size daha derin bir anlam veren nesnelere uzun süre bakmaktır.
İnsanın sağlığı için bahçede çalışması ve çiçeklerin büyüdüğünü görmesi çok gerekli
Önce resim yapmayı düşlüyorum, sonra da düşlerini resimliyorum.
Aynı zamanda hem kutuplarda hem de ekvatorda olamazsınız. Kendi yolunuzu seçmeniz gerekir, ben de bunu yapmayı umuyorum ve muhtemelen bu renk olacak
Sarı ne kadar güzel! Güneşi temsil ediyor.
Ayçiçeği bir anlamda benim sayılır.
Eğer doğayı gerçekten seviyorsanız,  her yerde güzellikler bulursunuz.
İnsanın dinlemesi gereken ressamların değil, doğanın dilidir.
Geleceğin ressamı, renkleri daha önce kimsenin yapmadığı gibi kullanan biri olacak.
Birbirinin parlamasını sağlayan, birbirini tamamlayan, çiftler oluşturan renkler var.
Büyük şeyler, birçok küçük şeyi bir araya getirerek yapılır.
Hayatı bilmenin yolu, birçok şeyi sevmektir.
Balıkçılar denizin tehlikeli, fırtınaların berbat olduğunu bilirler, ama bu tehlikeler onları kıyıda kalmaya ikna etmez.
İnsanlığın berbat tutkularını kırmızı ve yeşille ifade etmeye çalıştım.
Cafe’nin insanın kendini mahvedebileceği, delirebileceği veya bir suç işleyebileceği bir yer olduğu fikrini ifade etmeye çalıştım.
Eğer içimdeki fırtına çok gürültü yaparsa, kendimi sakinleştirmek için bir kadeh fazla içiyorum.
Yakın arkadaşlar yaşamın gerçek hazineleridir. Bazen bizi kendimizden daha iyi tanırlar. Nazik bir dürüstlükle bize rehberlik eder ve bizi destekler, kahkahalarımızı ve gözyaşlarımızı paylaşırlar. Varlıkları bize hiçbir zaman yalnız olmadığımızı hatırlatır.
İnsanın iyi çalışmak için; İyi yemesi, iyi barınması, zaman zaman eğlenmesi, piposunu ve kahvesini huzur içinde içmesi gerekir.
İnsan gerçekten yaşamak istiyorsa çalışmalı ve cesaret göstermeli.
Tüm hayatımızı, düşüncelerimizi kelimelerle ifade etme sanatına bilinçsizce hazırlanarak geçirdik.
Duygularım zaman zaman o kadar güçlü ki, farkında bile olmadan çalışıyorum. Fırça darbeleri konuşmak gibi geliyor."
Van Gogh hakkında detaylı bilgi edinmek için bu siteyi inceleyebilirsiniz.



Tuesday, May 15, 2012

Intouchables

Hayatta olumlu olumlu takılırsınız, herşeyin bir anlamı güzelliği vardır ve olay da bunu farketmekte dersiniz, sonra nedensiz bir bölünme olur içinizde birden sıkılmaya başlarsınız ama hareket edemezsiniz. Hani kaçıp gitmek deseniz değil, rutini yaşamak deseniz o da değil, akan zamanda sadece hareketsiz kalma isteği...İşte böyle bir günü yaşarken kendimle başbaşa bir yere sığınmak istedim ve vizyona biraz geç giren Fransız filmini Intouchables'i seyretmeye başladım .
Fransız filmleri için bişey demeden sadece bu film için, gerçek hayattan uyarlanması, daha önce bilmediğim François Cluzet'in mimikleri ve tebessümü ve o halde yaşamdan kopmayışı ile Omar SY isimli oyuncunun samimi ve sevimli bir karakteri bu kadar iyi yansıtması, güzel bir yemeğin kararınca ikram edildiği  ne eksik ne fazla bir ağız tadıyla kalkıldığı bir davet gibiydi.

İki insanın açık olduğu sürece kimyalarının da uyuşması sonrasında kurulacak hiçbir dostluk geç olmayacaktır.

Filmi İzleyiin :)  

Not: Ayrıca epeydir ara verdiğim Fransızca için de ivme etkisi yarattı.

Monday, May 14, 2012

what kind of day is this? bugün nasıl bir gündü


If I ask myself  how was my day ...  Day was  dark, cold and distant ... I wanted to do nothing today but I couldn't realise my wish  and it was classical monday as the others. here is the my wing song...So how do you pass your days,  counting such as on song ?

Bugün nasıl bir gündü diye sorarsam kendime … koyu, kapalı soğuk ve mesafeli bir gündü  …Hiçbirşey yapmak istemediğim bugünde bu isteğimin arkasında duramadım ve klasik bir pazartesini yaşadım günün sonunda da bu şarkı bana eşlik etti. Sizin günleriniz nasıl geçiyor, şarkıdaki gibi sayarak mı?


bir pazar günü / a sunday

Haftasonlarını olabildiğince dolu dolu hareketli geçirmeye çalışırım ama bu pazar, kapalı, ara ara yağmurlu havadan mıdır bilinmez hiç dışarı cıkmayayım dedim ve ne zamandır istediğim evde vakit geçirme hayalimi uzun bir aradan sonra gerçekleştirdim.
Dukan sandwich (3.aşama için) kepek ekmek, yumurta, yeşil biber, beyaz peynir, domates ve meyve suyu

Kendime güzeel bir dukan sandwichi hazırladım, 3 tane gazete aldım; kahvaltımı yaparken bir yandan gazeteleri okudum...Baya uzun sürdü; sonundaizleyeceğim filmi seçtim.

Anneler Günü dolayısıyla Nat. Geo. 'da "anne karnında" belgeselleri vardı, ikizler, dördüzler, doğum esnasında yaşanan duygu dolu anlara tanık oldum sonra bir baktım aksam olmuş hemen kendime atıştırmalık bişeyler hazırladım.


      Akşam yemeğinin ardından "yarına ne giysem?" çalışması yaparak günü tamamladım.

Friday, May 11, 2012

Relax Moments

Sakinleşmek, bir an için anı yaşayabilmek…İşte böyle zamanlar için ihtiyacınız olabilecek bir şarkı ve sözleri

Calm down for a moment, to live the moment ... Here are the times you might need such a song and lyrics

King of convenience- know how

have a nice weekend/ İyi haftasonları