İlk basımı 1943 yılında yayımlanmıs olan bu roman , 20 Haziran 1933 yılında Almanya’da bir resim galerisinde bir portreyle başlayan tutkulu bir aşk hikayesini anlatıyor.
Kitabın ilk sayfalarında yeni işe girmiş bir memurun, kendi yaşam tarzını, memuriyet hayatının basit dünyasını ve yine aynı iş yerinde bulunan sıradan bir memuru yani ana karakter olan Raif efendiyi anlatmaktadır. Romanın tamamını oluşturan sonraki sayfalarda ise Raif efendinin siyah defterine yazdığı aşk hikayesi sade bir dille anlatılmaktadır. Berlin’de bir resim galerisinde kürk mantolu kadın portresiyle başlayan olay örgüsü o portrenin modeli olan Maria Puder ile başlayan tutkulu ve biraz da buruk aşk hikayesi anlatılmıştır.
“Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum “Kürk Mantolu Madonna”yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum”
Raif Efendi sessiz, sakin sıkıntılarıyla diğer insanları rahatsız etmeyen kendi halinde küçük bir memurdur. çocukluğundan beri yalnızlaşmasının ve yabancılaşmasının sebeplerini defterinde anlatır. Çocukluğunda sessiz, mahcup ve çekingen bir karaktere sahiptir, resim yapıp kitap okuyarak bu yalnızlığını gidermeye çalışır. Ailesiyle de bu durum aynıdır. Babası ve ablalalarıyla hiçbir zaman iletişime geçememiştir. Bu yalnızlığını Almanya’da tanıştığı Maria Puder’le gidermeye çalışmıştır. Orada ondan başka kimseyle iletişime girme ihtiyacı hissetmemiştir.
"İnsanlara ne kadar muhtaç olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu."
Maria Puder Atlantik adı verilen bir yerde keman şarkıcısıdır. Almanya’da kendini hep yabancı ve gurbette hissetmiştir. Maria Puder de Berlin’de hem bir Yahudi olduğu için hem de arayışlarında başarısız olduğu için Raif Efendi gibi yabancı bir kişidir. Raif Efendi, Atlantik’te tanıştığı Maria Puder sayesinde aradığı insanı bulduğunu düşünerek, kitap ve resimden sonra nihayet özne insana doğru yönelir. Ancak bu yöneliş onu çokta mutlu etmeyecektir….
"Bütün teessürlerimiz, düş kırıklıklarımız, hiddetlerimiz, karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadık, beklenmedik taraflarınadır. Her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?"
Bu romanda benim dikkatimi çeken bu tutkulu aşk hikayesinden ziyade yazarın anlatımında ki sadeliğidir. Kitap YKY yayınları tarafından basılırken dilinde ve anlatımında sadeleştirilme yapılmamıştır. 1943 yılında yazılmış bir roman olmasına rağmen anlatım, kullanılan Türkçe, seçilen kelimeler tamamen günümüzde ki birçok romandan daha anlaşılır bir romandır. Sabahattin Ali kelimelere hükmedişiyle birçok okur tarafından o zamandan günümüze kadar birçok insanı kendine hayran bırakmıştır.
Bir romanı okurken aslında önemli olan yazarın yaşanmışlıklarıdır. Eğer yazarı tanırsak ve anlarsak o zaman okuyucuya vermek istediği mesaj daha kolay anlaşılacaktır. Sabahattin Ali’nin de bu romanı yazarken başta insan, sevgi, aşk, yalnızlık ve yabancılaşma temalarının olduğu söylenebilir. Aynı zamanda 1928 yılında Almanya’ya gönderildikten sonra orada âşık olduğu Frolayn Puder adlı bir bayanla yaşadığı yoğun duygular eserin yazılması için bir etkendir. Kitaba adını veren “Kürk Mantolu Madonna” adlı tablo Adrea Del Sarto tarafından yapılmış ve orijinal adı “Madonna della arpie”dir.
Kısa ve çalkantılı hayatında roman, öykü ve şiirleriyle edebiyat hayatında adından çok söz ettirmiştir. Zülfü Livaneli'nin bestelediği "Leylim Ley", Kerem Güney’in bestelediği "Aldırma Gönül" ve Sezen Aksu'nun bestelediği "Dağlar" gibi şiirler yine Sabahattin Ali’ye aittir. Ancak sanat alanında bu kadar verimli olan bir insanın katledilmesi Türkiye ve sanat dünyası için acı ve utanılacak bir olaydır.
"İnsanlar arasındaki münasebetleri tanzim eden amiller ne kadar gülünç, ne kadar dıştan, ne kadar boş ve bilhassa asıl insanlıkla ne kadar az alakası olan şeylerdi."

